25 Kasım 2010 Perşembe

ekip yemeği



annemle ben severiz davet vermeyi. hep deriz ''çalışalım ama ev işinden uzak duralım.'' evde tek keyifle yaptığımız şey yemek. mutfak sıkılmadan, oflayıp poflamadan vakit geçirdiğimiz en değerli bölüm.
arbella'nın 46 filmlik uzun bir çekim ve montaj süreci bitince ''bir yemek yiyelim, içinde makarna olmasın'' dedik. :) ama yere bir türlü karar veremiyoruz. şurası diyorum, aksel birşey diyor, burası diyorum tayfur... sonunda herkesin bonfile yemek istediğine, yerin önemli olmadığına, sohbet edebileceğimiz bir yerin tercih konusu olduğuna karar verince bu kalabalığa mekan sıralamaktan bıkıp, ''ben size yaparım'' dedim. çok şaşırdılar tabi. ama sonunda da memnun kaldılar neyse ki. :) gecenin başında çekilen 1-2 kareden başka bir kanıt yok elimde, o geceye ait. o yüzden cenk ve beste'yle beraber soframı paylaşabiliyorum.
annemden tam olmasa da yüksek bir not aldım kanımca. bonfilenin yanına da mis gibi bir püre yapmıştım. afiyetle yedik!
(makarnasız desekte, sofraya makarna salatasını da kondurmadan edemedim. 2 aylık bir alışkanlık var sonuç itibariyle.)

yaşlı keçi derya




derya geçenlerde haftasonluğuna istanbul'a geldi. ben de topu topu 3 günümüz var diye dolu dolu plan yaptım. nerden bilebilirdim ki, deryuş'un yaşlandığını kabullenip, ilk gecenin ardından yere yığılacağını.
oysa eskiden öyle miydi? yoncaköy geceleri'nde... ya sahilde içerdik, ya pub'da. o sene adil efendi nerede çalıyorsa orada. 3 ay boyunca, her gece. hiç ara vermeden. vücudumuzun bir gün bile dinlenmesine izin vermeden sabahlara kadar içer, söyler, güler, nadiren de küçücük dertlerimize yanar ağlardık.
yoncaköy'lüler bilirler. bir kişi bile olamaz gülümsemeden hatırlanamaz yaz ayları. en değerli şarkımızdı; yaşar'dan 'yaz bitti.' ''ya kalem bitti ne naz. buuuu yalan gibi biraz...''
bir keresinde emre'ye satrancından dolayı hayranlık duyan küçük doğu bize kalmaya geldi. ailesi bu hikayeyi hala bilmiyor olabilir ama yapacak hiçbir şey yok açıklıyorum: sabah bir uyandık doğu hiçbir yerde yok. emre, derya, ben. annemle babam selçuk'a cumartesi pazarına alışverişe gitmişler. klasik rutin. herneyse, sandık ki doğu'da onlarla gitti. ben annemi arayıp, sorunca, doğu da yanlarında olmayında, ehh ufacıkta çocuk bizi bir telaş bastı ki inanamazsınız.
fırladık dört bir yandan doğu aramaya. yoncaköy'de doğu'nun bildiği (sanki derya-deniz ya) her yere baktık. atariler, sahil, bilardo... hiçbir yerde yok. saatler geçti yok. çıldırıcaz. ben ağlıyorum korkudan. annemler geri dönmeye karar verdiler beraber bakalım diye. emre'yi en son denizin içinde doğu ararken hatırlıyorum. önümüze her gelene soruyoruz. avazımız çıktığı kadar ''doğu, doğu'' diye bağırıyoruz. yok da yok!! oturduk terasta annemleri beklemeye başladık ki, bir de ne görelim. bizim ufaklık ağzı kulaklarında elini kolunu sallaya sallaya geliyor. ehh sorduk tabi, ''nerdeydin?'' diye. geçen gün sahilde satranç bilen bir çocuk tanışmışta, çocuğun anneannesi de ''ne zaman istersen bize gel oynayın'' demişte. onlara gitmiş efendim. saattin nasıl geçtiğini anlamamış çirkin surat. (nasıl tatlı bir çocuktu o yaa allah'ım. o dönemlerin fotoğrafı olsa da paylaşşam.) asıl bomba biz üçümüzden... şimdi tepkilere dikkat! :) (geleceğin anne ve babaları işte böyle olacak.)
sert abi, otariter baba konuşur;
emre: çabuk yukarı odana. 2 gün cezalısın, evden dışarı çıkmak yok.
melis: (kalbimi tutarak) bak, baaak kalbime nasıl atıyor. ne ilaçlar aldım başım geçmedi, sen beni öldürmek mi istiyorsun?
şimdi yerlere yatacaksınız.
derya: sen yüzünden düştüğüm halleri görüyor musun? bak (üzerindeki geceliği tutarak) bu halde dışarılarda seni aradım. tüm yoncaköy beni böyle gördü. inanabiliyor musun halime?

işte böyle... yoncaköy'den kısa bir demeç. şimdi gelelim günümüzün istanbul'una. derya'yla bir kız gecesi yapalım dedik ve tayfur, emre ve ahmet'i ekarte ettik. derya, pınar, emine, ben maalesef buse, aysu ve dilek son dakikada katılamadılar yemeğe gittik. ardından boğazlarımız patlayana kadar şarkı söylemeye. eve döndüğümüzde sabaha karşı 4'tü. eh makyaj çıkar, yat, uyu. bir hayli geç oldu. eğlendik eğlenmesine, hem de çok ama ertesi sabah bir kalktık ki, derya ve bende ses yok. pınar nispeten iyi. ehhh kız şarkı söylemesini biliyor da ondan, derya gibi küçük dil şovu yapmıyor. :)) beni öldürecek yaşlı keçi bunları yazdığım için ama öyle yapacak birşey yok. ertesi sabah ben isterdim ki denize nazır, dibinde dibinde miss gibi bir kahvaltı yapalım, üstüne türk kahvelerimizi yudumlayıp, tersinden kapatalım. ama neredeeee... bizim kızın kolunu kaldıracak hali yok. bütün gün evde pinekledik, tatilimizi bitirdik.
ertesi gün o altın yunus'a, ben sette. pınar'da ermeni hastanesi'ne.
sonuç hayatı boyunca 'derya abla' seslenişlerine dahi tahamül edemeyen derya'dan yorum ''yaşlandık biz, yaşlandık. eskiden böyle miydik?''