16 Ekim 2012 Salı

Deli Doktoru

Geçen hafta evden çıkamayacak kadar hastandım ve inanır mısınız ‘kadın programları’na sardım. ☺ Saba Tümer’in programına çıkan kişinin başından ağır bir hastalık geçmiş ve yaşadıklarını anlatıyordu, daha çok psikolojesinden bahsetti. Seyircilerden biri de terapi görüp, görmediğini sordu. “Hayır” cevabını alınca, herkesten ‘aferim’i kaptı valla kadın. Ben de bunu anlamıyorum. Biz milletçe psikologlardan niye bu kadar korkuyrouz? Onlarla ‘aciz’iz de, kendi ayaklarımız üzerinde çok mu iyi duruyoruz? Mutluluğun sırrını çözdükte benim mi haberim yok? Size amcamın affına sığınarak bir hikaye anlatmak istiyorum. (Bilmeyenler için dipnot: Bizim aile doktor ama bütün sülale, siz düşünün artık. Haaa, bizden psikolog da çıkmış.) Ben daha orta okulda mıydım neydim, şuan yılını hatırlayamadım ama babamlara "Ben psikologa gitmek istiyorum." dedim. Herhalde amcamla konuşmuş olacaklar ki, (amcam kbb'ci) amcam beni arayıp, "Ne oldu, bir sorun mu var? Sana bazı kitaplar alayım, oku, iyi gelir." demişti. Ben de ona "Bana sünizit hastası birisi gelse ve 'Beni amcana götürür müsün?'dese, ben de ona 'Aaa gerek yok, ben sana sünizitle ilgili kitaplar alacağım, (orada da ıslak saçla dışarı çıkma, burnunu içeri çekme vs. yazacak) hemen düzeleceksin.' desem, "Doğru yapmış olur muyum?" diye sordum. Amcam ne demek istediğimi anladı ve "Hemen birilerini araştıralım." dedi. Diyeceğim o, bizim ailede bile 'normal' karşılanmazken, uzaklarda çözüm göremediğime yanmam niye bilmiyorum tabi. Ama bahsettiğim olay da 90'lara dayanıyor hani, 2000'lerde bir adım ileriye gidemedik mi? Açıkcası etrafıma bakınca hiçte parlak bir manzarayla karşılaşmıyorum. Metroda insanların yüzü asık. Sokakta birbirlerine çarpıyorlar, çarpan özür dilemek yerine, bağrınıyor. İş yerlerinde ego savaşlarından bir huzur yok. Evede de bütün gün sinir, stresle geçen saatlerin acısı çıkarılıyormuşcasına bir kargaşa yaşanıyor. Okullarda çocuklar mutsuz, öğretmenler bir alem de, aileler daha beter. Çocuğunuza nasıl davranmanız gerektiğini veya neyin onu olumsuz etkileyeceğini biliyor musunuz? Sonuç;
gülümseyen pozitif bireyler yetiştirmek/olmak, yerine huzursuz, mutsuz insanlar olup, çıkıyoruz ve bir danışmana danışmayı da kesinlikle red ediyoruz. Korkumuz etraf bizi 'deli' sanır diye mi? Yoksa yaftalar diye mi? Peki, belki de çözebileceğimiz, sadece 'nasıl'ını bilmediğimiz problemler yüzünden zindan ediyorsak hayatı? Çok şeker bir arkadaşımın lafı var, çok kullanırım: Ömür 1 tane. Bir de hiçbir şey göründüğü gibi olmayabilir. Mesela, programdaki kadın çok mutlu da olabilir ki umarım öyledir. Belki de 'Hiç sorunum yok, Allah'a şükür tek başıma çözdüm sorunlarımı' derken, tam tersini söylemek istiyordur. Bilemeyiz. Hepimizin, ailemizin dışından ama onlardan daha yakın birisine ihtiyacımız var. Ve hepimizin bizimle doğru kelimeler seçerek, bizi harekete geçirecek sihirli sözcükleri sarf edecek bir yardıma ihtiyacımız var. Bu durumu kabullenelim de, sonra destek almasak da olur. :)

28 Eylül 2012 Cuma

Zinde bir ‘Günaydın’

Şu son zamanlarda Facebook’ta dönen uyuma stilleri var ya. Baktım da, ben 10 numarayım ve evet ‘rahatına düşkün’ doğru bir tanım çünkü uyurken gerçekten dinlenmek için yatıyorum. İnanılmaz dinç ve huzurlu uyandığım da bir gerçek. Şimdi size de bir sır vereceğim. Uygulayın, göreceksiniz ki kendinizi nasıl rahatlamış ve zinde hissediyorsunuz. Anlatmadan önce söylemem gereken en önemli şeyi atlamayayım da ilk günden vazgeçip, kendi kendinize sinirlenmeyin. Benim bu işi kavrayıp, tamamıyla hayatımda uygulayabilmem tam 1 senemi aldı. Evet, hergün denemedim. Kimi zaman vazgeçtiğim oldu. İlk başlarda ‘ne aptalım’ diye kendime çok kızdım ama olay oymuş, herkesin başına gelirmiş. Şimdi başlayalım. Gece yatağınıza gittiğinizde dediklerimi harfiyen uygulayın ama sakın sözümden çıkmayın. Öncelikle sırt üstü yatıyorsunuz. Başınızı serbest bıraktınızda düşmeyecek bir pozisyon alın. Mesela ben sağdan, soldan yastıkla desteklerim. Hava çok sıcak değilse üzerinizi örtün, sonradan kalkıp, örtünmek uykunuzu bölecek veya kalkıp, üzerinizi örtmek zor geldiği için sabaha kadar kendinizi kasacaksınız ki bu da en istemediğiniz şey olacaktır. Doğru pozisyon aldıktan sonra yapmanız gereken şey, vücudunuzu rahatlatmak. Bütün gün çok yoruldunuz, kaslarınız sürekli hareket halindeydi. Yazık, bari akşamları dinlenebilsinler. Amacımız, hücrelerimizi dahil azat etmek, sadece 8 saat için. O yüzden gevşemeye başlamamız gerekiyor. Bunu birden yapamayacağımız için vücudumuzu parçalara bölüyoruz. Sırası çok önemli. ‘Ben bu bölümü atladım veya bu sırada değil de şu sırada yapmak istedim’ demeyin çünkü şuan siza saçma gelebilir ama yaparken mutlaka sırayı değiştirmek istiyorsunuz, örneğin göğüsten sonra ellere geçmek zor geliyor. Önce başıma kadar bitireyim diyorsunuz ama bütün bunlar boşa vakit kaybı olur. Ben böyle 1 ayımı cope atmıştım. Bir ilmi olduğunu nerden bilebilirdim. Kimse de beni ‘Aman sözümden dışarı çıkma’ diye uyarmamıştı. ☺ Ben hatamdan ders aldım, sizing de başınıza gelmesini istemiyorum. Evet, başa dönerek, kesintisiz yapmanız gerekenleri anlatacağım: Doğru pozisyonu aldıktan sonra sadece düşüncelerinizi rahatlamaya vermeniz gerekiyor. Başka hiçbir şey düşünmeyin. Adım adım vücudunuzu takibe alın. Önce ayak parmak ucunuzdan, bileğinize kadar gevşeyin. Ardından bilekten dizlerinize, dizlerinizden kalçanıza, göbeğinizden göğsünüze kadar. Bir hafifleme, boşalma, rahatlama hissetmeniz gerekiyor. Garip bir his, mesela gevşedikten sonra bacağınızı hareket ettirmeye haliniz kalmayacak. Vücudunuza o kadar çok odaklanınca, mutlaka oranız buranız kaşınacaktır. Unutun. Kaşımayın, bir sure sonra geçer. Hah, dayanamadınız mı? Herşey sıfırdan başlar. Mesela, belnizden bükülüp, dizinize kadar hareket mi ettiniz… İşleme dizinizden itibaren sıfırdan başlayın. Göğsünüze kadar gevşediniz değil mi? Onu orada bırakıp, el parmak uçlarınıza geçeceksiniz. Kollarınız vücudunuzun iki yanında, yatakla temas halinde olmalı. Düm düz uzatın. Parmak uçlarınızdan, bileğinize kadar gevşetin. Ardından bileğinizden dirseğinize, dirseğinizden omzunuza kadar. Ardından göğsünüzden boynunuza kadar gevşettiğinizde artık boynunuz dışında hiç bir yerinizin kıpırdamaya hali kalmamış olması gerekiyor. Benzetmek gibi olmasın felçliymişsiniz gibi. Ardından boynunuzu ve tüm yüzünüz, kafanızın her bir zerresini gevşetin. Hiçbir şey düşünmemeniz gerekiyor. Burası çok önemli. Şimdiye kadar beyninizi vücudunuzu gevşetmeye çalışmak için yordunuz ama artık o da rahatladı. Düşüncelerden arının. İyi şeyler bile düşünmeyin çünkü artık uykuya geçme vaktiniz geldi. Beceremiyorsanız, ‘Ya men hü Allah’ diyebilirsiniz. Durmadan tekrarlarsanız, bir sure sonra fark etmeden uykuya dalmış olacağınızın garantisini veriyorum. Haah ben öyle kelimeler kullanmam mı diyorsunuz, hay hay o zaman tek bir şeye odaklanın o da içinizden sanki birşeylerin çıkıp, gittiği ve sizin de uykusuzluktan ölecek olduğuz ve uyumanız gerektiği… Bir süre sonra bu düşünce size yoracak ve uykuya dalmış olacaksınız. Hiçbir zararı yok! Deneyin, görün. Dediğim gibi ilk etapta saçma, yorucu ve zor. Ama sonra bir ömür boyu dinlendirici uyku. Kadınlar için bir örneğim var; epilasyon. İlk başta acılı ve zor, sonra kolaylık, rahatlık. ☺ Değil mi? Bunu uygulayıp, yapmanız, hayata doğru bir şekilde geçirebilmeniz bir kaç ayınızı alacaktır. Belki sadece 1 ay. Asıl zor olanı, vücudunuza hükmedebilmek. Artık çalar saatte ihtiyacınız kalmayacak, nasıl mı? Tam uyumadan önce kendinize komut vermenizi istiyorum. Kendinize istediğiniz gibi revize ederek, şöyle deyin; ‘Ben yarın saat tam 09:00’da zinde, mutlu ve huzurlu uyanacağım.’ Dediğim gibi, çok uzun süre başaramasanız da birgün bir bakacaksınız ki, baş ucu saatiniz çalmadan uyanmışsınız. Bu yüzden de saatiniz 09:05’e kurun ki, vücudunuz kendiliğinden uyanmayı öğrensin. Haah ‘Benim vücudum zaten alışık, hergün 09:00’da kalkıyorum’ mu diyorsunuz? Gündüz uykusunda deneyin. Herzaman işe yarayacaktır. Bu programın son aşaması. İsterseniz bunu uygulamayın ama mutlaka güzel bir başlangıç için ‘Yarın sabah huzurla, mutlulukla, sağlıkla, (uykunuzu aldığınızı kendinize kanıtlamak için) zinde uyanacağım.’ Demeyi unutmayın. ☺ Anlaşılmayan bir nokta kaldı mı? Şimdi sistemi bildiğim için eksik tarif vermiş olmak istemem. ☺ O zaman size huzurlu uykular!

24 Eylül 2012 Pazartesi

GÖKSELİ

Annem hoş bir koşuşturmaca içinde, ee tabi onunla beraber ben de. Kendisinin kurumsalı, sitesi vs. ilgileniyorum. Zaten işimi yaptığım için, her müşteride duyduğum telaşı, endişeyi, ortaya çıkacak güzelliklerin heyecanını tabiki yaşıyorum ama annemin ki farklı! Senelerdir yapmak istediği hayalini gerçekleştiriyor… Hanginiz hayata ‘dur’ deyip, gerçekten içinizden geçeni yapma şansı verdiniz kendinize? İşte bu yüzden onunla gurur duyuyorum. Evet, bu cesareti edinmesi senelerini aldı ama sonunda oldu. Tam 35 yıllık mesleğinin (bio-kimyager) miladını doldurduktan sonra kendisine mini bir mutfak kurdu. Sadece kendisi! Yanındaki çıraklar bizler… Sanki her sene yaptığı gibi kış için eve tarhana hazırlıyor gibi yazını tarhana yapmakla geçirdi. Geçen senelerde yaptığından tek farkı 5 kg. değil, (atıyorum) 500 kg. yaptı. O kollar koptu, o beller tutuldu. Ama kendi kaşındı. ‘’Ben bu işi yapacağım (arkadaş)!’’ dedi ve yaptı. Bilgi vermek gerekirse, Kasım ayında sitesi online. www.gokseli.com Satışlar başlayacak. Facebook ve Twitter sayfalarını şimdiden takibe alabilirsiniz ama yoğun iletişim, siteyle beraber karşınızda olacak. @GokseliTatlari Ne mi yapıyor? Dediğim gibi bu yaz onun için uzun mesailerden ibaretti. Babaannemin tarifiyle tarhana yaptı. Salihli tarhanasını elleriyle yoğurdu. Çeşit çeşit reçel yaptı, once kaynattı, sonra Ege güneşinde koyulttu onları. Sabahat Abla ve Nazire’nin de yardımıyla erişte açtı. O kadar hamur kolay değil tek başına. 3 kadın hallettiler valla. Kendi bahçesinin zeytinlerini topladı, çizdi mi kırdı mı bilmem ama her kış sabah kahvaltımıza tat veren zeytinleri bu sene biraz fazla kiloda hazırladı. Kışın da yan gelip, yatmayı düşünmüyor. Mevsiminde herşeyi, taze taze Ege usulü evlere taşıyalım diyor. Mesela, enginar. Enginarı genellikle kimde annem gibi yapmaz. Ama bir denenmeli! O ağızda dağılışı, su içmeye gerek kalmadan damağınızda bıraktığı o tadı denemeden bilemezsiniz. Ben de anlatamam. Daha kışa doğru mu? Eve misafir mi gelecek, Gökseli hazırlasın bir pizza! Bitsin, gitsin. Amaç, mutfağı seven ama giremeyen/vakti olmayan, mutfağı sevmeyen kişilere hazırlanmış tatlı, tuzlu, meze aklınıza gelebilecek herşeyi sunmak. Pizza diyorduk değil mi, onu da şöyle yapıyor, malzemesini koyup, fırınlıyor. Piştikten sonra üzerine İzmir tulumu ve kaşarı karıştırarak rendeledikten sonra size postalıyor. Siz de sofraya çıkarmadan önce sadece 10 dakika fırınlarsanız hem sıcak servis etmiş oluyorsunuz, hem kendiniz yaptınız havasını veriyorsunuz ☺ hem de lezzetli bir tuzlu boğazınızdan geçiyor. Hahh! Ben mutfağıma kendim girerim, gerek yok mu diyorsunuz? O zaman da tarifler ve püf noktalar için kendisini takip etmenizi öneririm çünkü annemden aldığım tariflerde mutlafa bir nokta başkalarının söylediğinden farklı oluyor ve esas yemeğime lezzet katan şey de o oluyor. Mesela, ayva güzel meyvedir. Katur, kutur yenir ama üzerine bir Turkish Coffee’yle nasıl da tatlı bir hal alır. Bu tabiki bir tariff değil ama düşünğn işte neler bulabileceksiniz. Valla benden söylemesi. Ben kendi hayrıma ve mutfak merakıma sürekli takipte kalacağım. Ben asıl hayallerden bahsediyordum değil mi? Esas konum oydu da ne oldu böyle tanıtımvari bir yazıya dönüştü bu yazı bilemedim. ☺ Annem diye mi acaba? Not: Esas konuya sonra döneceğim.

23 Aralık 2011 Cuma

2012


2010'un blog oluşturma gazından sonra "2011'de yazarım, çizerim, yaparım!" diyordum ki; olmadı :( insanın iki satır karalamaya vakti olmaz mı? evte olmadı işte. ya çalıştım, ya gezdim. gezdiklerimi yazamadım, çalışmaktan. falan filan. 2012 için verebileceğim bir söz yok. tutamayabiliyorum. sadece temennilerim var. güzel gelsin!

şuç 2011'de değil, yaşta!

bu sene ne kadar zordu!
o kadar çok sevdiğim benden uzaklara gittiler ki...
geçen Pazar eniştemin cenazesindeydim. "şükür ki 2011 bitiyor, bu iğrenç yıl benden çok kişi aldı götürdü" dedim. "biran önce 2012 gelsin!" kendi kendime mırıldandığım bu cümleleri duyan Serpil teyzem, "tatlım sorun 2011'de değil. bugünleirn kıymetini bil. yaşın ilerledikçe 2011'e sükredeceksin." dedi. haklı. maalesef öyle.
çok zor geliyor böyle düşünmek. hele en en yakınımdan birini düşünemiyorum bile. kendimi? daha hazır değilim gibi. tabi öyle birşey varsa... hazır olmak. ölüme. işte anneannem hasta yatağındaydı. bir düzeldi, bir kötüleşti, ardından çok kötüleşti. "hazırlıklı olun" dediler. "nasıl oluyormuş ki o?" dedim. sadece gülümsediler. verilecek bir cevap yok çünkü.
ya cihan? hiç beklemiyordum. daha gencecik. o beni yüzleştirdi bu gerçekle zaten. hani her zaman deriz ya "her an diyer tarafı boylayabiliriz" diye. yok, hiç öyle yaşamazdım. taa ki cihan'a kadar. ilk defa beni o yüzleştirdi.
ufuk amca. anneme daha da zor. ve babama. onların arkadaşı sonuçta. ama ben o noktada damla'yı düşünüyorum. sonra da benal teyzeyi. bence damla'dan daha zor işi. her gece sarılarak uyuduğun adam yok artık. kabüs gibi bir düşünce.
irem'in dedesi. dede acısını iyi bilirim. yürekten.
hiç yeri değil ama bir de "ben cenaze görmeyi kaldıramam. şimdi arayıp, ne diyeceğimi bilmiyorum, o yüzden aramayı erteleyim. ayy başı çok kalabalıktır şu günlerde, biraz boşalsın öyle giderim." diyenler var. işte ateş düştüğü yeri yakar. ve yaşamayan bilemez. bilemez o günlerde birilerinin kucağına ne kadar ihtiyacı olduğunu karşındakinin. bilemez o telefonla konuşmak ne kadar zor gelse de acısı olana, o telefonların destek olduğunu çok derinlerde. bir sevdiğini kaybettiğinde, "ne çok sevenim varmış" hissine ne kadar ihtiyacı olduğunu adamın yaşanmadan bilinmez.
siz yine de nasıl biliyorsanız doğrusu o.

21 Eylül 2011 Çarşamba

sokak simiti: en sevdiğim!

bizim şu kanka arabada simit satan amcalar var ya, hani her sabah bizi tanıyor "günaydın abla" deyip, çıtır çıtır aralarından en güzel gözükeb simiti uzatan amcalar.
haberiniz olsun: onlar yavaş yavaş gidiyor.
mesela maslak'ta karafırın janjanlı bir simit arabası yapmış, logosunu da yapıştırıvermiş, simitini satıyor.
satıyor diyorum çünkü memlekette salak bol, gidiyor oradan alıyor. hey allah'ım ya. sonra gel de sinirlenme.
bir sokaktaki simitçiye el atmadığınız kalmıştı.

biz ne zaman bu kadar duyarsızlaştık?

dün gece gözlerim dolarak dinledim kardeşimi.
artık insanları yoruan, üzen hikayeler duydukça kendime engel olamıyorum. çeşme misali bu gözler. nasıl başa çıkacağım kendimle çözemedim.
kendime karşı daha güçlü olduğumu söyleyebilirim ama müdahale edemediğim bir çıkmaza karşı öfkem ve acım çok büyük!
eskiden de yürekten üzülürdüm ama böyle değildim. büyümek zordakinin halinden daha içten anlamak demek sanırım... yıllar içimdeki merhamet duygusunu arttırıyor mu ne?

bunca dokunaklı satırdan sonra birisinin öldüğünü sanmış olabilirsiniz. aman allah korusun! öyle birşey değil.
emre dün metroya binerken jeton almaya gidiyor, bir bakıyor ki 2tl olmuş. "ne kadar pahalanmış" diye düşünüyor, "askeri ücretle kıyaslayınca, insanlar yola bir servet ödüyor." üzerine metroda yanına yaşlı bir amca ve teyze oturuyorlar. onlar da tam da aralarında bu konuyu konuşuyorlar. "bizim bir yerden bir yere gitmemiz, mutfak masrafımızdan daha çok kısmamız demek. mecbur da kalıyoruz metro, otobüs..." karşılıklı sohbetteler. emre de "şu yaşta o kadar merdiven in, çık dünya parası ver" diye düşünürken, yandan bir kadın "sabah sabah başımızı şişirdiniz, ne çok konuştunuz" diyor. belliki kendisinin de geliri metrolarda sürünmeye yetecek kadar anca. ama belli ki bir gidişin 2tl olması koyacak kadar da fakir değil. olsa muhtemelen "haklısınız" derdi, böyle saçma bir çemkirmenin yerine.

ben bu geri zekalı kadın da değil de, o çiftte kaldım. böyle durumlarda aklıma hep isveç geliyor. stokholm'ün adeta yaşlılar için inşaa edilmiş görünümü... medeniyetin başladığı yerdeki gibi kaldırımların neredeyse yolla aynı yükseklikte olması, belediye otobüslerinin kapılarının kaldırımla bir olacak hizaya kadar alçalması vs. biz de maddi-manevi zorluk çeken bir çifte yardım etmek yerine, kaba davranalım. (tamam, azıcık o terbiyesiz kadında da kalmış olabilirim.)

"bilemiyorum bu memleketin hali ne olacak?" hiç demiyorum; bu memleket ne çilingir sofraları gördü de hala kurtulamadı.