29 Haziran 2010 Salı

murphy amca'yla ilişkimiz

murphy amca var ya, "günün birinde melis kız çocuğu benim şu abuk kuralları uygular" diye bazı çalışmalarda bulunmuş. şimdi siz bana son günlerde düz giden birşey sorun. sorun, sorun... ama gelin görün ki ben düşün taşın, yok hatta imkan yok yanıtlayamam. :) yani bir şekilde yoluna koyuyorum hayatı da; öncesinden maksimum aksilikle başa çıkmak zorunda kalıyorum.

mesela bugün nasıl bir akla hizmet (her kararım bir yanlış çıkıyor ya) bilemedim ama her zaman boş olan ve haklı olarak bugün de boş olduğuna inandığım bir yoldan toplantıya yetişmeye çalışıyordum. aslında kendime çokta haksızlık etmeyeyim çünkü yolumu değiştirmeme sebep olan anayol hep mi trafikle boğuşur be kardeşim! gelin görün ki, tam da benim kendilerini bırap, bir üst yola geçip, kendisini tepeden kontağı çevirtecek kadar felaketle karşılaşıp, herzaman ki sıkışık şu benim caddenin akan bir gidişatı olduğunu seyretmek müthişti doğrusu. mıstık’ın (tayfur’un arabası) durduğu; genellikle tercih etmediğim ama ne zaman kafamı çevirsem bir arabanın bile olmadığı tek şerihli yolda bir kamyon kalakalmış. trafik felç desem yetmez. gıdım ilerlemiyor kereta. “banane geç kalırsan, kal” der gibi. ne yapayayım, mıstık ve önünceki-arkasındaki tüm dostları beklemeye koyuldular. tayfur’la ben de mıstık’a destek... neyse bir süre sonra başka bir kamyon nasıl becerdi bilemedik ama arabanın bile zor geçeceği yerlerden geçip, bizim arızalı kamyonu çekti götürdü. biz mi? toplantıya yetiştik. mıstık bizi geç bırakacak diye perişan...

yani böyle... murphy amca’nın bana oynadığı küçük oyundan ufacık bir örnek. ama düşünün ki, böyle yatıp, böyle kalkıyorsunuz. ne yapardınız? valla sizi bilmem ama ben bu perşembe baya büyük bir kız matinesiyle kurşun döktürüyorum.

aman amannn allah nazarlardan saklasın. :) nasıl geçtiğine dair bilare bilgilendireceğim.

28 Haziran 2010 Pazartesi

KIRMIZI

düzenlemeleri biter bitmez ki, bir seneyi bulur diye düşünüyorum :) kitapçılarda gözlerinizin takılacağı ve elinizin gideceği bir kitap olmasını isterim tabi ki. daha da önemlisi sonuna geldiğinizde yüzünüzde bir tebessüm bırakabilmesi. hadi hayırlısı o zaman... küçük bir ipucu.

"Eskiden kalem ve kağıtla buluşurdu kelimeler. Şimdiyse parmaklar klavyeyle… Bu bir ilk olacak. Yüreğimden akan kelimelerin, yabancı gözlere değip, başka ruhlara kavuşması. Başka duygularla yoğunlaşıp, yeni manalar eklenmesi. Kimi zaman dudaklarda hüzün burukluğu, kimi zaman gözlerdeki tebessüme sebep olacak. ‘Kırmızı’ bir kadının hikayesi. Her kadının kendinden bir parça bulacağı, her adamın karşısındaki kadının bakışlarında Alara’nınkileri yakalayacağı kadar içimizden birinin yaşamı.

Mutlu bir kadındır Alara. Herkesin hayatında mutlu olmasına sebep işi ve aşk hayatı yolundadır, ta ki her şey tepetaklak olana dek. Bu kadar kusursuz bir yaşamı olmasını kaldırabilir mi hayat? Bazı aksilikler çıkarmalıdır karşısına, büyük engeller ki hayatın tadına varmayı öğrenebilsin Alara. Gün gelecek en sevdikleri ona yük, yaşanmışlıklar bıkkınlık katacaktır. Uzaklara çok uzaklara gitmek hep içimizden geçen ilk istek değil midir? Kaçımız yapabiliriz ki? Hangimiz bu kadar cesuruz? Alara!

Mutlaka hayatımızın bir evresinde karanlıklarda boğuluruz. Gün doğar belki, farkına bile varamayız. Hayat hiçbir zaman düz bir yol olmaz ki. Engebeleri aşabilmek için de güce ihtiyacımız olur. Bu kuvvet ancak problemlerin üstesinden gelirsek geçer elimize. Bocalarken yoruluruz, yorulunca pes etmek isteriz. Sanki o dipsiz kuyudan çıkamayacakmış gibi hissederiz. Ama bir adım atabilsek görürüz ki; bir çıkış vardır ve her yaşanmışlığın bir sebebi. Bunları fark etti işte Alara.

Birçok hayatı bir arada toplayan Kırmızı, biraz benden, en çok etrafımdakilerden, ondan da çok gözlemlerimdeki parçacıklardan oluşan her kadının “Ben de…” diyebileceği çok noktayı barındıran bir kitap. Kahramanlar bire bir gerçekte var olan birisini anlatmasalar da her birimize gerçek kadar yakınlar. Alara’nın ağzından okuyacak olsanız da çokça zaman da ‘kendiniz’in elinden dökülmüş satırlar gibi hissedeceksiniz.

Keyif diliyorum, sizlere..."

yaza başlarken bir tavsiye


hani alıp başınızı gitmek istersiniz ya, tüm yıl sizi saran karmaşadan uzaklaşmak. özellikle istanbul'da yaşayanlar için bu hengameden kaçmak. yorgunsunuzdur. öyle koşturmak, bir yerlere yetişmek veya çalışmak yormuyordur sizi. patrona gülümsemek zorunda olmak, çalışanına dert anlatmak eve gelince sevgiline halinin kalmaması bitap düşürmüştür seni. işte tam bu noktada, önerebileceğim tek adres selimiye. yaza girerken, (ehh bu sene anca girebiliyoruz) tam izin formlarının doldurulduğu dönemde, size benden kusursuz bir kafa dinleme beldesi.

marmaris'in buz olmayan suyunda tüm gün denizde kalabilirim. vakana’nın açık kahvaltısı müthiş olmasa da serinletilmiş karpuzları havuz kenarında mideye lüpletebilirim. ardından üzerime bikinileri geçirdiğim gibi, 10 dakika uzaklıkta orhaniye’deki yat limanında tüm günümü geçirebilirim. havuzun içinde biramı içerken, leziz pizzamı sipariş edip, suyun içinde yüzümü yakabilirim. öğle yemeğinden sonra rahat mı rahat koltuklarda, ağaç gölgesi serinliğinde, üzerime deniz havlumu serip kısacık kestirebilirim. zar zor uyanıp, çarşaf görünmündeki denize atlayabilirim. uzun bir yüzme seansından sonra kahve mi çay mı bilemedim ama kesinlikle neredeyse anneminkiler kadar iştah açıcı pastalarından yiyebilirim. ardından elimde kitabımla minderli bir şezlongta uzanabilirim. akşama doğru son kez havuzdansa denizde ıslanabilirim. artık koşa koşa otele dönüp, üzerimi değiştirmeye gidebilirim. sallanırsam akşam sardunya’daki balık ziyafetine gün batımsız başlayabilirim. Taptaze yeşillikleri, köz kokusu üzerinde patlıcan salatamı, bir parça kavunum ve beyaz peynirimle yiyebilirim. ama daha da önce sunsete karşı rakıları tokuşturabilirim. şefe kaç kilo bilemedim ama büyükçe bir tuzda balık sipariş edebilirim. o da bana ateşler içinde, tuzları yakarak şahane görüntülü, löp etli balığımı getirebilir. tüm balığı masadakilerle paylaşabilirim. ama elim büyüklüğündeki kafasını tek başıma götürebilirim. son doublemi de meyve ve fırınlanmış helvamla mideye indirebilirim. Biraz yürüyüş yapabilirim çünkü patmak üzere olabilirim. önüme çıkan dükkanların rengarenk şalvarlarından birkaç tane alabilirim. istanbullu bir ailenin işlettiği hoş müzikli kafede babanın hazırladığı kokteyllerden içerken, annenin yaptığı tatlıyı masadaki herkesle bölüşebilirim. biraz jazdan sonra sahil kenrında cila niyetine biralarla tüm grupla şarkı söyleyebilirim. tam bu noktada selda'yı yanımda isteyebilirim. irem varsa da idare edebilirim. repertuvarım yetmeyebilir, yardım isteyebilirim. ehh sabaha karşı yorulmuş olabilirim. ve ertesi gün yapacağım yepyeni atraksiyonlar için yatağıma sızmaya gidebilirim.

işte benim selimiye’m de böyle! tarzını sevene...

25 Haziran 2010 Cuma

irem gelin


düğün işleri uzaktan hep çok eğlenceli gelirdi. davul sesi misali... evet, eğlencesine diyebileceğim bir şey yok ama eğlencesi yorgunluğu ve stresinin eline su dökemez! bunu irem evlenme teklifi alana kadar bilmiyordum gerçekten. sözü, nişanı, ev hazırlıkları, gelinlikler, davetiyeler, bekarlığa vedası, kına gecesi, eskişehir düğünü derken en ince ayrıntısına kadar düşünülmesi gereken bir ton karmaşa. swiss'i dört gözle bekliyorum. asıl büyük gün o. 10 temmuz.
yalnız en önemli çıkardığım sonuç; (düğünlerin target noktası) kendi veya yakın arkadaşının şu sürecinde profesyönelleşiyorsun. neye mi? kriz çözmeye!
o kadar kalabalık, o kadar görüş. yaşlısı, genci... ehh doğal olarak herkesin bir isteği, arzusu var. beklentiler hep yüksek. bir kişiyi mutlu etsen, diğerini zor. kimi yemeği beğenir, kimisi "soğuk geldi, kötüydü" der. biri süslemeyi beğenir, öbürü "bu ne biçim gelinik"te takılır. gençler piste göbek atar, yaşlıların başı şişer. nikah şahidi kısmı da baya hengameli geçer. bir büyüğün bekliyordur, sen arkadaşını istiyorsundur.
haa o gün güzel olmayı bekleyen gelinler ama uyarı!! imkansız! saçınız istediğiniz gibi olmayacak, makyajınızı beğenmeyeceksiniz. gelinliğiniz de eskisi kadar yakışmadı. fotoğrafçı geç kalır. nikah memurunun vakti azdır. davetiyesini alıp "geleceğim" diye telefon etmeye üşenmiş misafir boldur. felaketler silsilesi. haberiniz ola.
ama ne olursa olsun, gece gelinle damadındır. (o öpüşme olayına, hayatınızın en yorucu gününe hiç girmiyorum.) ve en önemlisi; gelin gecenin en güzel kadınıdır!! ne kadar gudubetliği sabahtan beri üzerinde olsa da, hiçbir şey kendisine yakışamasa da şahane bir gelin olmayı başarmıştır.

canıma, irem'e gelince de, eskişehir onun için bir idmandı. o yüzden sakin, sorunsuz bir gelin oldu. bu performansını istanbul'da da bekliyorum. :) ama dünyanın en güzel gelini de oldu, beyaz elbisesinin içinde. ne yalan söyleyeyim, akın'la elele bahçeye geldiklerinde yine gözyaşlarıma hakim olamadım.

saçma ama komik

haftasonu irem'in düğünü için eskişehir'deydik. tayfur için en tatsız süpriz evinde kalacağımız arkadaşımızın köpeği bambam'dı. bir golden. ama nasıl tatlı ama nasıl akıllı. selda babam'ın hiç eğitimli olmadığını söyleyince, bambam'a bildiğim bir kaç terbiyeyi vermeye çalıştım. oturması, beklemesi, yatması, pati vermesi, sokakta yanımda yürümesi gibi. 2. gün bambam biraz olsun olayları idrak etmeye başlamıştı işte. onun üzerine selda, bambam'ın melis abla'sının öğrettiklerini ne kadar uygulayabildiğini öğrenmek istedi ve sırayla oturmasını, ardından da yatmasını istedi. ben ve tayfur o sırada mutfakta olduğumuz için bana seslendi.

selda: melis, yat nasıl gösteriliyordu?
melis: dur, geliyorum.
tayfur: köpek eğitimli de, bizimki değil.

koptum. ama ne yapabilirim ki sevgilim haklı. selda'ya eğitim vermek için salona koştum.
PS: bambam'cığımın fotoğrafı olmadığı için tayfur ve selda'yı paylaşıyorum. idare edin :))

geçmişten biri

2 gün önce gökhan’la buluştuk, tam 7 sene sonra... evet, baleden, operadan konuştuk ama ne enteresan ki; asıl konumuz bizdik. tek ortak noktamız olan dansa o kadar az değindik ki. ne kadar da uzak kaldığımı fark ettim geçmişten. ne kadar da umursamaz... meğer affedivermişim baleyi ve ona değen tüm gerçekliği. özlemiyormuşum ki hiç. merak etmiyormuşum.

çok güzeldi gökhan’la içtiğimiz bira. saatlerce aralıksız sohbetimiz çok özeldi. sevgilisini anlatırken gözlerinin içinin parlaması, dudaklarına yayılan (engel olamadığı) tebessümü çok içtendi. neşesini, geçirdiklerini, yaşadığı düzeni, mutluluğunu, umutsuzluğunu, planlarını bir kaç saat olsa da yaşamak, içinde yer almak çok keyifliydi. iyi ki; yolun istanbul’a düşmüş. canım arkadaşım benim!

23 Haziran 2010 Çarşamba

tuna'ya destek.


bizim tuna bebek geçen sene doğdu. bugün dokuz aylık bir küçük adam olarak dünyanın en tatlı bebeklerinden biri oldu. şimdi de annesi onu daha bu yaşından :( günümüz koşturmacasına ve yarışlarına sokmaya başladı bile. bari ilk yarışında başarı elde etsin ki, kendine güvenini daha ufacık bir görüntüye sahipken kaybetmesin.
bunun için desteklerinizi bekliyorum. hiç onaylamadığım yarış hayatına bir katkınız olsun lütfen.

yapmanız gereken tek şey;

sonra da tuna bebek fotoğrafını beğenmeniz. onun da linki:

22 Haziran 2010 Salı

izmir anneleri...

izmir kızları burnunda kızarmış ekmek kokusuyla uyanır. kahvaltısını etmek için geniş balkonuna çıktığında annesinin hortum tutuğu çiçeklerden süzülen suyla çıplak ayakları ıslanır. bol zeytinyağlı ve izmir tulumlu kahvaltılarının ardından, bir sade kahve içerler kızkıza karşılıklı. hafif makyajları, sade ama şık giyimleri annelerinden kalma mirastır onlara. koşmazlar okula, işe giderken. evden çıkacakları saati bilirler. öyle çok trafik çekmezler. en uzak yere yarım saatte giderler. öğle yemeği araları vardır. takarlar iş yerinden erkek arkadaşlarını kollarına dert dinlerler, anlatırlar. sevgilileri öyle kıskançlık yapmaz, o ikiliye. işte huzursuzluktan hoşlanmazlar. ama huzursuzluk gelip, onlara çatarsa izmir kızları da altta kalamazlar. iş çıkışı stres atmak için kordon'da bir iki birşeyler içerler. tüm gün hasret kaldıkları sevgililerinin kollarında gülümserler. akşam yemeğine eli sevgilisinin elinde giderler. babaları "ne bu böyle" demez. kızlarını kime emanet ettiğini bilmek isterler. bol otlu, yemyeşil bir sofrada rakıyla bitirirler yemeklerini ama yine balkonlarında. bazı geceler ailecek şarap içerler, hormonsuz meyve yerler yanında. babalarıyla kavga bile ederler. terbiyesizlik etmezler ama. hayatla mücadele etmeyi öğretir bu tartışmalar onlara. babaları, kızlarının ellerini bıraktığında hakkını savunmayı biliyordur artık izmir kızları. gavurdurlar, hemen hemen her gece içerler. perşembe geceleri de annelerinden gördükleri gibi namazlarını kıllarlar. gavurdurlar ama neredeyse her banyodan sonra yasin okurlar. haftasonları mutlaka dışarı çıkarlar. sabahlara kadar göbek atarlar. düğünleri kır düğünü olur. bilmedikleri halde zeybek oynayan erkeklerinin karşısında kollarını açar izmir kızları. cesurdurlar. her mikrofona söyleyecek iki çift laf bulurlar. cenazeleri bile asildir. herkes kara ama şık giyinir. herkesin gözleri yaşlanır, erkeklerinin de. ramazan'da 30 gün oruç tutarlar, ya da alkol almazlar. babaları, erkek kardeşleri, sevgilileri bayram namazına gider, geldiklerinde de sofrayı yine balkonda hazır bulurlar. 30 günün ardından bir kadeh likörü haketmişlerdir, o gün bayram günüdür. birer çikolata yanında...

izmir kızlarının erkekleri de şanslıdır işte! neden mi? şanslıdırlar çünkü izmir kızları, izmir kadınlarından; annelerinden öğrendiklerini beylerine, oğullarına uygularlar.

huzur sizinle olsun!


"ilahi yaratıcı, baba, anne, çocuk bir olarak... eğer ben, ailem, akrabalarım ve atalarım seni, aileni akrabalarını ve atalarını düşüncelerimizle, sözlerimizle, eylemlerimizle ve davranışlarımızla yaradılışımızın başlangıcından şu ana kadar gücendirdiysek, senin affını diliyoruz... izin ver, bu arınma, saflaşma, serbest bırakma tüm olumsuz anıları, engelleri, enerjileri ve titreşimleri kesip atsın ve bu istenmeyen enerjileri saf ışığa çevirsin... ve bu gerçekleşsin."
bu duayla yatıp, kalkmam aklımı kaçırmış olduğumu değil, ruhumu temizlemeye niyetli olduğumu gösterir. :)
o ka maluhia no me oe, ku'u maluhia a pau loa. (huzur sizinle olsun, benim tüm huzurum.)

21 Haziran 2010 Pazartesi

coming soon

yatmaz kalkmaz. kalkmaz çünkü yatmaz. o hacıyatmaz. bilgileri çok yakında... :)

kiminle evlenmeli ki?

doğru insanı arıyoruz hayatımız boyunca. hayalini kuruyoruz... sonra o gün gelip, çatıveriyor ama hızlıcana. bu sefer iyi mi kötü mü sorgulayamadan kalbimiz ne derse yapıyoruz. eskiden sarf edilen laflar, birden çöpe gidiveriyor. “senin istemediğin biriyle kesinlikle evlenmem anne-baba.” ya 15 sene sonra? “siz onu ne kadar biliyorsunuz ki? benden iyi tanıyamazsınız!” cümleleri sarf ediliyor. arkasıysa tartışılır. belki ‘happily ever after’ belki de “annemin haklı çıkmasından nefret ediyorum!” fikirleri yanında, sen el bebek, gül bebek büyüt kızı, elin adamı gelsin üzsün canını.

peki ya hepsinden önceki süreç? tanışma, sevgililiğe geçerken yaşanan cilveleşme-flört dönemi; yani en eğlencelisi. birkaç ay veya ilişkisine göre sene ‘cicim ayları’ ardından acısıyla, mutluluğuyla ilişki. hangimiz kime karşı dört dörtlük olabildik ki? bırakın karşımızdakini, kendimizi üzmeden bir hayat sürebiliyor muyuz? hepimizin hataları, hepimizin artılarıyla yaşıyoruz hep ilişkileri.

bu konu bu aralar aklımı kurcalıyor çünkü vakti geldi. düğün, evlilik, çocuk tam da düşünme zamanı. bu sene o kadar arttı ki, nişanlar, evlilikler, doğumlar... arkadaşlarımın yanında, arkadaşlarımın sorularına doğru cevaplar arıyorum sürekli. bilmediğim bir boşlukta, kırk yıllık tecrübe sahibi gibi destek olmaya çalışıyorum onlara. en iyi çıkış yolunu yine onları kendileriyle başbaşa bırakarak buluyorum. düşün diyorum, en mutlu anını. düşün, seni en çok kıran zamanı. hangisi daha çok, hangisi daha değerli? terazinin hayatımda bu güne kadar hiç yeri olmadı. meğer en gerekli güne kadar saklamışım ben onu. diyorum ki kızlara, tartıya koyun. Bir tarafta karalar, diğerinde beyazlar. gözyaşı mı daha çok, kahkahalar mı? kavga mı daha çok eğlence mi? süpriz mi daha çok, öküzlük mü? :) bazen güzel sonuçlar karşımızda ve sonunda kadın için o en özel gece! bazense sonuç ortada. ama bazense de ‘bile bile lades.’ mutsuz ama bırakamıyor. gecesinde ayrılmak istiyor, sabahına unutuyor. unutmak istemiyor, dili varmıyor. böyle zamanlarda da “kızlar üzgünüm ama sonu birgün gelecek” diyorum. yani o ‘mutlu son’ bu adamla değil. keşke olsa... çünkü görüyürum ki; asıl istediği bu cümleleri duymak değil. “merak etme, değişir. herşey yoluna girer” dememi bekliyorlar ama diyemeyeceğimi de içlerinde çok derinlerde bir yer acıyarak farkındalar.

ne yapalım hayat tecrübelerle var oluyor. hatalar olacak ki, doğrular bulunsun. problemler çıkacak ki, ‘doğru kişi’ karşındayken, çözümü bulunsun. haa bu arada doğru kişi mi? o ne acaba? ilk ayda muhteşem, ikinci yılda mükkemmel, onuncu yılda mutlu edip, on birde üzen mi? kibar olup, sonradan kabalaşan mı? zengin olup sonradan iflas eden mi? seni el üstünde tutup, ardından yerden yere vuran mı? şans... şimdi mutluysan ve ilerisi için aklını kurcalayacak bir durum yoksa, ‘evet’e çok yakınsın demektir. olmalısın da. ya soru işaretleri kafanı kurcalıyorsa? o zaman “tabana kuvvet” derim ben sana. run away bride!