13 Mayıs 2011 Cuma

üniversite okumak

annem ve babamla emre'nin üniversite mevzusunu konuştuk.
farklı jenerasyon, farklı bakış açıları doğurur mu? cevap veriyorum: evet!
okumasa ne olurdu şu IT'yi? bence hiçbir şey! aaa olur mu hiç öyle şey;

evlenemezdi bile.
üniversite okumamış bir türkiye şampiyonuna kız verilir mi?
hayır.

peki, üniversite okumamış ama kendi adına türkiye'nin en iyi satraç okuluna sahip birine saygı duyulur mu?
belki.

bir topluluğa girdiğinde, 'hangi üniversiteden mezunsunuz?' denildiğinde, 'satranç okudum ben' denilir mi?
türkiye'desiniz, hayır.

hıııımmm. ben burada bir yanlışlık hissettim ama... ehh normal, günlük hayatımızda iki kelimemizden birisi 'burası türkiye' olunca; hodri meydan: burası türkiye!


not: üniversite mezunlarının çoğu, çizimdeki gibi kıçlarının üzerlerine oturuyorlar. niye mi? eee, burası türkiye.

30

geçen gece şu meşhur 30'du.
güzel bir yemeğin ardından pina'ya gittik.
yazık, tayfur benim için katlandı gibi birşey oldu. sevdi ama uzun buldu. halbuki bana yetmedi.
daha dans etseler saatlerce izleyebilirdim.
bir de 3d olunca. sanki sahne önümde.
çok sevdim.
hem koreografiler, hem dansçılar, hem dil-anlatım...
mutlaka gidilmeli, görülmeli. ama 3d.
mekanlar insana orada olma isteği, müziklerse dansa katılma arzusu veriyordu. hemen soundtrack'ine ulaşmalı!
gözlüğün burnumu acıtması, elim gözlükle burnum arasında izlemem dışında çok keyifli bir gösteri izlemişim gibi hissettim kendimi; sinema değil!

kaybedenler klubü


'geçenlerde izledim' dediğime bakmayın, 2 ay olmuş mudur? olmuş olabilir :)
bayıldım.
biraz çekinerek gitmiştim aslına bakarsanız. bu kadar sevip, ayrılacağımı hiç ummuyordum.
yine bizim tayfur'un işi. illa türk filmlerine gider, izler, arkasından sürükler.
iyi ki de gitmişiz ama anna, kız.
zaten nejat işler adını geçen her yerde annem. bir başka takip...
hele cihangir'de yaşarken biz, hergün bir karşılaşma, hergün ayrı bir hikaye. "bugün şurada gördüm, bugün şu masada karşımda oturuyordu." falan

neyse, herkes mi iyi oynar? oyunculuklar çok iyi.
konu süper. zaten gerçek.
insanın aşık olası ve midesi bulanası geliyor bu erkeklere karşı.

geç kalmış olabilirim, bir çoğunuz izlemiş olabilirsiniz ama izlemediyseniz izleyiniz!
haaa bu arada 'sizinle daha önce yatmış mıydık?'

12 haziran nedir?

haziran'da bir arkadaşım evleniyor.
ortak bir arkadaşımızla bir araya geldik. 'düğün ayın kaçıydı ya?' diye sordum. '12si' dedi. 'eee ben gelemem o zaman, oy kullanacağım.' dedim. (düğün istanbul'da değil de) hatta kızdım da, 'o gün evlenilir mi canım...' diye. yanımdaki arkadaşım, 'iyi de o gün seçim yok ki' dedi. şaşırdım cidden. bu kadar 12 rakamı hayatımıza bir ömürdür kazınmışken. 'ne gün?' dedim. 'işte bir hafta önce, 6'sı mı ne' dedi. ne yalan söyleyeyim, kendinden o kadar emin ki, inandım birden. 'ne zaman değişti ya?' dedim hayretle. cevap vermeyince, üsteledim, 'sen yalış biliyorsun, 12'si' dedim. yok diyor, başka birşey demiyor. sonra imkansız olduğuna kanaat getirip, google sağolsun, googling yapıverdim. hala 12'si.
ayyy ağlanacak halimiz ama ne yapalım, artık ben gülüyorum. lütfen kızmayın. sinirlerim kalkıyor. daha seçim tarihini bilmiyoruz. (biz derken?)2. cumhuriyetciyiz deyip, 'evet' diyoruz. (biz derken?) bilemle bilmemle...
sonra sonuçları görüyoruz. çok normal.
haaa 12 haziran kimilerine göre ne midir? düğün tarihi!
bu arada sonrasında araştırdım ki; evlenenler bunu düşünmüşler, 12'sinde değil de 18'inde evleniyorlarmış.
yazarken utandım. ama anlatmadan duramayacaktım. burası istanbul yerine burası türkiye...

çalışmak-çalışmak-çalışmak

uzun zamandır yazamadığımdan, yazacak bir vaktim olmadığı kadar yoğun çalıştığımı farketmişsinizdir.
bazen, alıp başımı gidesim gelmiyor değil.
ama etrafıma bakınca, kimsenin benden farksız olmadığını görmekte bir gayret veriyor sanki. bu düşünce tabi ki çok ayıp. bir yandan da 'tek' olsam, derdim ki "bir sen şikayetçisin, demek sorun sende." ama hal böyle değil işte.
neyse ki, yaptığım işi seviyorum. bu da ciddi bir teselli kaynağı.
neyse ki, insanların genellikle 'en çok özlediğim' dediği yılları, üniversite hayatımı sevmediğim bir bölümü okuyarak çöpe atmadım. şu saçma öss, şimdiki adıyla her ne ise sisteminin kurbanı olmadım.
o yüzden şikayet edecek dünya kadar şey var. şükredecek bir çok sebep de.
şuan bir sahil kasabasına taşınıp, bir incik-boncuk dükkünı işletip, her sabah kuş sesleriyle güne başlayıp, mis gibi havayı içime çekemeyeceğime göre fazla konuşmak anlamsız.
tayfur'a kalsa daha en az 50 sene istanbul'dayız. ölme eşeğim, ölme. yaşa ki, eşek olduğunu kanıtlayacak bir sürü olaya şahit ol.
çok şükür! çok!

blog'a
seni ne çok yalnız bıraktım. özledim de... ayıpta ettim ama olmadı, alamadım klavyeyi bir elime. vakit ayıramadım bize. işte çalışmak böyle birşey. hele bizim sektörde... hele istanbul'da!
orgun olmadığım zamanlarda böyle melankoli takılmıyorum tabi ki; nişantaşı gecelerine, asmalı sokaklarına atınca kendimi buraya ait hissedebiliyorum.


not: fotoğraftaki ders çalışan minicik kız çocuğunun, gelecekteki hali benim. o da benim şimdiki halimin ufaklık versiyonu.