uzun zamandır yazamadığımdan, yazacak bir vaktim olmadığı kadar yoğun çalıştığımı farketmişsinizdir.
bazen, alıp başımı gidesim gelmiyor değil.
ama etrafıma bakınca, kimsenin benden farksız olmadığını görmekte bir gayret veriyor sanki. bu düşünce tabi ki çok ayıp. bir yandan da 'tek' olsam, derdim ki "bir sen şikayetçisin, demek sorun sende." ama hal böyle değil işte.
neyse ki, yaptığım işi seviyorum. bu da ciddi bir teselli kaynağı.
neyse ki, insanların genellikle 'en çok özlediğim' dediği yılları, üniversite hayatımı sevmediğim bir bölümü okuyarak çöpe atmadım. şu saçma öss, şimdiki adıyla her ne ise sisteminin kurbanı olmadım.
o yüzden şikayet edecek dünya kadar şey var. şükredecek bir çok sebep de.
şuan bir sahil kasabasına taşınıp, bir incik-boncuk dükkünı işletip, her sabah kuş sesleriyle güne başlayıp, mis gibi havayı içime çekemeyeceğime göre fazla konuşmak anlamsız.
tayfur'a kalsa daha en az 50 sene istanbul'dayız. ölme eşeğim, ölme. yaşa ki, eşek olduğunu kanıtlayacak bir sürü olaya şahit ol.
çok şükür! çok!
blog'a
seni ne çok yalnız bıraktım. özledim de... ayıpta ettim ama olmadı, alamadım klavyeyi bir elime. vakit ayıramadım bize. işte çalışmak böyle birşey. hele bizim sektörde... hele istanbul'da!
orgun olmadığım zamanlarda böyle melankoli takılmıyorum tabi ki; nişantaşı gecelerine, asmalı sokaklarına atınca kendimi buraya ait hissedebiliyorum.
not: fotoğraftaki ders çalışan minicik kız çocuğunun, gelecekteki hali benim. o da benim şimdiki halimin ufaklık versiyonu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder