21 Temmuz 2010 Çarşamba

Mucize Dede

Bir gece babam eve gelirken, yanında birini getirdi. Daha onu ilk gördüğüm andan hayatımın sonuna kadar, en değerli parçalarımdan biri olacağını anlamıştım. Elini öpüverdim. İçimden öyle gelmişti. “Merhaba, güzel kızım” dedi. Hep güel kızı olarak kaldım. Anneme “İpek kadife” derdi. Dalga geçerdik, babam “Yapma, Yılmaz Amca onun neresi ipek, neresi kadife” der gülerdi. “Anne o, ne yükler kaldırıyor, ne zorluklarla başa çıkıyor. Tüm aileyi idare ediyor ve hala gülümsüyor. İpek kadife olamayacakta ne olacak” diye yanıtlardı babamı.

Sigara içmeyi severdi. Görürdünüz, keyif alırdı sigarasını içine çekerken. Ama istediği gün bırakıverirdi. İçmezdi aylarca. Sonra bir bakmışsınız yine başlamış. Ama yine kendi isteğiyle. Öyle bir enerjiye sahpti ki, tüm sigarasını bir kere bile küllüğe dökmeden içebilirdi. Sanki sigaranın içine 05 uç koymuş gibi. Düşmezdi o kül, dökülmezdi.
Baştan aşağı huzurla dolmak ne demek, aniden tüm negatif enerjinin akıp gitmesi onunla öğrendim ben. Çok kumda çıplak ayak yürüdüm, çok gün batımında ayaklarıma dalgaların vurdurduğu sular deydi ama hiç bir zaman Yılmaz Dede’m gibi hissettiremedi. Kaya tuzunda bekletirim ayaklarımı, gözlerimi kapar hayaller kurarım ama hiçbir zaman Yılmaz Dede’mi düşündüğüm kadar huzur bulamam. Sinirlenince banyo yaparım apar topar, tüm sıkıntılardan arınmaya çalışırım ama hiç Yılmaz Dede’me dokunduğum kadar kederden uzaklaşamam, suyun tenime dokunmasıyla.

Birgün fal baktırmıştım. Bu kadar kötü çıkamaz. İçime nasıl bir sıkıntı çöktü anlatamam. Hemen Yılmaz Dede’mi aradım. “Fal baktırdım” dedim, ağlamaktlı bir sesle, “Fal baktırmak günah mı?” “Fal” dedi, “Seni üzdüğü sürece günah, eğlendirdiğinde değildir. Ama sil o göz yaşlarını. Allah en sevdiği kuluna bile geleceği görmeyi nasip etmemiş, sıradan bir kuluna mı edecek?” İyi hissediverdim hemen çünkü o Yılmaz Dede’m ne söylese doğru, ne yapsa kabulüm.

Neden mi çıktı karşımıza bu Yılmaz (Şeker) Dede? Nedeninden önce kim olduğunu anlatacağım. Üniversiteyi Kanada’da okumuş, pilot olup Türkiye’ye dönmüş biri o. Sayısız opera, bale izlemiş ama o öyle bizim gittiğimiz temsilerden değil onun seyrettikleri. Grand tuvalet giderlermiş zamanında, yurtdışında. Sınavların hepsini vermiş, üniversiteyi bitirmiş sonra da Türkiy’ye pilotluk yapmak için dönmüş. Ama her sınavımdan önce (o zaman konservatuvarda heyet önünde bale sınavlarına giriyordum) bana derdi ki; “Düşün ki kaldın. Sınava girmeden önce ‘nasılsa kalacağım’ diye gir” derdi çünkü o uçağa binip, arkadaşlarına uçağın içinden “Çaktım” (okey’in tersi) işaretini yaarmış, eliyle. Derdi ki; “Kalsan kaç yazar? Ne kadar kötü olabilir ki, sınıfta kalmak?” Şimdi anlıyorum, gerçekten de ne dert edermişim bir sene kaybetmeyeim diye. Meğer insan hayatında ne önemsizmiş...

Neyse, benim dede dönmüş ülkesine, pilot olmuş. Sonra ne olmuş, nasıl bırakmak zorunda kalmış bilemem. Ona sormak lazım, “Bana görev geldi” ne demek diye... Nasıl geldi bilemem ama ne geldi yukarılardan, evrenden, Allah’tan ona ve sayesinde bize biliyorum. Bize, onu tanıyanlara ‘mucizeler yaratma’ görevi geldi. Şimdi de yanımda olsa keşke! Onun gibi bir mucize nasıl iyi gelirdi kalbime... Duygusallık yapmayacağım elimden geldiğince. Bir gece babam bu adamla çıka gelip, yüzünü gördüğüm andan itibaren ruhuma her ne oturuyors kalkıp gidince ve ben böylelikle nefes alabilince o an sevdim onu. O an anladım ‘o’ benim ‘canımdan bir parça.’

Velhasıl, babamın bel fıtığını bir şekilde geçirdi. Oysa babamı ne doktorlar, ne masörler (istedi değil de) iyileştirmeye çalıştı da başaramadı. Hep aklımdaydı. Ben de seans yapmak istiyordum onunla. Sonra ‘her şer de bir hayır’ derler ya doğruymuş, bale dersinde bileğimi burktum ve feci şişti. Birkaç gün derse girmem olanaksız ki; birkaç gün derse girememek konservatuvar için pek normal bir durum değil. “Beni de düzeltsin Yılmaz Dede” dedim ve onu aradım. Çok heyecanlıydı, akşama ona kovuşabilecektim. Beni görmeye geliyordu. Dede dede görünümünün altındaki gençlikle enerji saçıyordu yine. Böyle içinizin çekildiğini hiç hissettiniz mi bilmem ama Yılmaz Dede’yi her gördüğümde içinmde bir kıpırdanma hissederdim. Sanki tüm negatifliklerden arınıyormuşum gibi.

Seanslarımızda dua ederdik. Daha çok o. Ağrılarımı hep geçirdi, şişliklerimi indirdi. Nasıl yaptı anlatmayacağım, seansta yaptıklarımızdan bahsetmeyeceğim ama kesinlikle bio-enerji gibi birşey değil. Ben ona gönül kapımın anahtarını verdim hep! Hepte onda kalabilirdi aslında. Hayatımda en çok hakeden insanlardan biriydi o.
Birgün annesi vefat etti. Ben İstanbul’daydım cenazeye gidemedim ama sonra başınsağolsuna gittik babamla. “Allah’a doğru yolculuğa çıktı.” dedi annesi için. Huzurlu gözüküyordu. Ben bu erdeme ne zaman erişebileceğim acaba, erişebilecek miyim? Daha bencil bakıyorum ölüme. Sevdiğimi br daha görememe korkusu daha ağır basıyor bende.

Birgün hastalandı. By-pass geçirdi. “Yılmaz Dede” dedim, “Bir an önce iyileş, daha beni istemeye gelecekler. Babamdan değil, senden. Daha nişan kurdelemi keseceksin, nikah şahidim olacaksın.” “Ooohoo daha çok işim varmış, ölemem o zaman” dedi. “Ya” dedim, ama ardından ekledi, “Sen yine de elini çabuk tut, güzel kızım. Allah’ın işi belli olmaz...” Bu sohbetten sonra daha bir buçuk seneyi beraber geçirdik. Ben İstanbul’daydım ama telefonda konuştuk. Birbirimize “Seni seviyorum” mesajları attık. İzmir’de ara ara o içime iyi gelen yüzünü gördüm.

Sonra geçen sene yine Temmuz’du. İzmir’e gittim. Elim yine telefonda, heyecanla, özlemle aradı m onu. Babama dedim, “Git Yılmaz Dede’yi getir. Bir mangal yakalım Yoncaköyde.” Ararım, ararım telefon cevap vermez. Evini aradım en sonunda. Eşi açtı. “Ben Yılmaz Dede’yi günlerdir arıyorum ama telefonu cevap vermiyor” dedim ama mutlulukla. Hiç aklıma getiremedim kötü cevabı ama çat diye karşımda: “Ulaşamazsın kızım, Yılmaz Dede’ni kaybettik.”
O nasıl bir acıdır, nasıl bir boşluktur bilemezsiniz. Canınızdan can koptu mu? İşte öyle bir his. Şimdi mi? Yine yanımda. Hergün olmasa da aklımda, her gece ama her gece dualarımda. Her kötü anımda gözlerimi kapattığımda yanımda. Yine sorularıma cevap veriyor, yine başım sıkıştığında destek oluyor ama sadece başka bir yolla. O benim hayatımın mucizesiydi! Görevi oydu çünkü. Mucize yaratmak...

Ailemi nasıl seviyorsam, seni de öyle seviyorum. Yine yumuşak elinin ellerime değmesine, baş parmaklarımızın birleşip, çok derinlerde gözerimizin buluşmasına ihtiyacım var. Yine o kahve kokulu nefesine, karşımda düşmek bilmez küllü sigaranı tüttürmene muhtacım. “Güzel Kızım” diye seslenişine, öperken ‘muc’ diye ses çıkarışına, Mevlana cümlelerine, yol göstermene hasretim. Son bir mucize yaratıp, geri gelemez misin?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder