Bugün nedense bu hikayeyle uyandım.
Sene 2010. Bu sene yani. Tayfur yine eve bir başka yürek çarpıntısı yaratsca hadiseyle geldi. Bu seferki söyle; telefonum çaldı. "Ben kaşımı yardım." "Nasıl yani, neredesin?"... Spora gitmişti bizimkisi, Bilgi'ye. Gözlükleriyle basketbol oynamaya kalkınca, biri de topu suratının tam ortasına fırlatınca gözlük, gözünü yarmış. Okulun oralarda hiç bir polikilinik açık olmayınca Cihangir'e gelmiş. Kanlar içinde, göz açılmaz. İyi hoş. İlk aklıma gelen Taksim İlkyardım oldu. Gittik. Emre, Tayfur, ben. Emre'yi içeri bile almıyorlar zaten. Bir hasta için bir kişi yeterli. Alt tarafı gözü yarılmış zaten. Mühim değil ya, kimse bizimle ilgilenmiyor. Bir doktor geliyor, "Siz bekleyin" deyip, diğeri gidiyor. Sinirden kudursam da birşey diemiyorsunuz, o an muhtacım ya. Köprü misali... Neyse sonunda bizi, bir kata ve bir odaya gönderdiler. Oda kilitli, kapıyı yarım saat çalınca içeriden bir doktor esneye esneye çıktı. Hay Allah adamcağızı da rahatsız ettik. Biz onu uykusundan edelim, o bizimle ilgilensin. Böyle insanlar da mı kaldı canım? Dedi, "Dikişi gerek yok, yapıştıracağım." "Peki" dedik. Tayfur dünden razı, "Bak gerek yokmuş." diyor. Bana kalsa kesinlikle 4-5 dikişlik. Yapıştırdı bandı, biz beş dakikada postaladı.
Ertesi gün bir kalktık, gözüan içinde. Başladım internetten hastane araştırmaya. Bir özel hastane bulduk gittik. Plastik ceraha. Beyefendinin gözünde iz kalırsa hayatım boyunca dinlerim, biliyorum. Doktor başladı anlatmaya, "Bu deri ölmüş, artık dikiş atamam. Ama dikiş şartmış be çocuklar." "Pazardı ve biz doktor bulamadık, Taksim İlkyardım'a gittik." cevaplayan ben çünkü Tayfur sinir küpü. Dokor sakin, "Altı ay sonra ben küçük bir operasyonla hallederim" diyor ve işleri bitmesine yakın ben duvarında asılı sertifikalarına, diplomalarına bakıyorum.
-Aaa Ege meunusunuz?
-Benim annem ve teyzem de oradan mezun.
-Öyle mi ne hoş. (Onlar da doktor demedim ya, pek ilgisini çekmedi.)
-Vehbi Göksel'i tanır mısınız?
-Evet, en sevdiğim hocamdı. Sen nerden biliyorsun? (Bir coşkuyla konuşuyor artık.)
-Benim dedem.
-Öyle mi? Ne severdik Vehbi Hoca'yı. En çok onu severdim ben. Nasıl bilgili, nasıl kültürlü... Ben ondan öğrendim bu mesleği. (Ver coşkuyu...)
Doktorun da benim de gözler dolmaz mı? Başladım ben ağlamaya, dudaklarımda tebessüm... Bol bol konuştuk O'nu. Sonra teyzemi. Sınıf arkadaş mı neylermiş. Annemi bilmez. Ama labratuvarı biliyor, "Alsancak meydandaydı" diyor. "Dedemden sonra kapattık."
(Gün 31 Mayıs, sene 1992. Tam gününde söylemediler bana, 2-3 gün gecikmeli. Ne ağladım. Saatlerce, günlerce. Nasıl etkilendim. Çocukluğumun ilk kaybı. Ömrümün ilk kaybı. Geçmedi hiç acısı. Alıştım tabi. Ama hala özlerim anneannem, dedem başbaşa geçirdiğimiz Çeşmealtı haftasonlarını. Annemler Çeşme'ye, ben dedemlerle Çeşmealtı'na. Nasıl güzel bir evdi. Ne kadar büyük bir bahçesi vardı. Dedemden sonra ilgilenemedik.)
Doktor bana kartını verdi. "Ne iş yapıyorsun" diye sordu, 'reji asistanlığı' diyince beğenmedi. "Sen beni ara" dedi. "Seni sağlık sektörüne alalım. Vehbi Hoca'm öyle bir beyindi ki, onun torunuyla çalışmak bir şeref."
Dışarı çıkıp, sekretere ödeme yapmak istedik. Borcumuzu öğrenmek için doktorun yanına girdi. "Borcunuz yok" cevabıyla geri geldi.
Ahh be dedem seneler geçti. Tam 17 yıl. Yine işimizi hallediyorsun, yine sevgiyle andırıyorsn kendini. Efsane prof. iş başında!!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder