21 Aralık 2010 Salı

Mevlana'dan Hayat Dersleri


Bugün Mevlana'nın hikayelerini okurken arasından bir tanesi beni çok şaşırttı.
Çünkü bu hikaye taaa çocukluğuma dayanıyordu.
Küçükken dinlediğim bir tanesinin sadece hayvanları farklıydı. Köpek ve et değil, aslan ve tavşan.
5 yaşıma ait masalda bir köpek koskocaman bir et bulur ve evine doğru yola çıkar. Evine varmadan önce bir gölün kenarından geçerken bir de bakar ki karşısında bir köpek daha. Onun da ağzında koskocaman bir et parçası. Çok şaşırır. Acaba karşıdaki köpeğin eti, onunkinden daha mı büyüktür? ''Sanki.'' der. Bir köpeğe bakar, bir kendine ve sonunda karar verir, eğer karşısındaki köpekle kavga ederse onu yenebilir. Karşısındaki ufacık bir köpektir, oysa heybetli, cüssesli. Sonunda ağzındaki eti göl kenarındaki ağacın kenarına koyar ve dövüş sonrası diğer etl beraber almak için geri döneceğini söyler. Sonuç karşındaki köpeğin üstüne atlar atlamaz sırılsıklam olur ve biz minik okuyucular da anlarız ki, karşıdaki köpek esas köpeğimizin yansımasıdır. Çıkartılan ders de şöyle anlatılır. ''Aza kanaat etmeyen çoğu bulamaz.'' veya ''Elindekinin kıymetini bil.''

Bu masalı dinlediğimden bugüne üzerinde hiç düşünmemiştim ta ki, Mevlana'nın hayat derslerinden birini okuyana kadar.
Benim çocukluk masalımdan Mevlana'nınkinin farkı da şöyle;
Bir aslan bir tavşan yakalar ve evine giderken, bir kuyuda başka bir aslana ve ağzında tavşana rastlar. Esas aslan tıpkı bizim esas köpek gibi açgözlüdür belki ama asıl kızdığı şey düşmanıyla karşı karşıya gelmektir. Düşmanını yenmek için üzerine bir atlar ki; bizim köpekten de beter bir hal alır. Bu aslancık koskocaman bir kuyunun dibine düşer. Yani 'kendi kazdığı kuyuya kendi düşer' ve Mevlana der ki; Ey adam! Başkalarında gördüğün birçok kötülük, senin olara yansıyan kendi tabiatındır. Karşındakinde gördüğün senin ikiyüzlülüğün, zulmün, senin gafilliğindir. Kötülüğü sen, kendinde açıkça görmüyorsun; görsen, kendinden bütün kalbinle nefret edersin. Ey ahmak! Suda hayaline saldıran o aslan gibi, sen, ancak kendine saldırıyorsun.

Düşününce gerçekten öyle değil midir? Sinirlenir dururuz karşımızdakilere. Suçlarız. Belki de yapmadıkları bir şeyle...
Bir kadın bir erkekden onu aldattığına dair şüpheleniyorsa, demekki içinde karşısındakini aldatma potansiyeli vardır.
Biri karşındakinin ona yalan söylemsesinden korkuyorsa, muhakkak kendi yalan söylüyordur ki; karşındakinden de bekliyordur.
Karşınızdaki size gülümsemiyorsa, muhtemelen siz de ona gülümsememişsinizdir.
Yani bir sürü örnek çıkartılabilir. Biri sizi incittiğinde şu meşhur soru vardır ya, ''Sen ona ne yaptın?''

***

Bu masal bana bir anımı hatırlattı.
Mevlana'yı bana tanıtan Yılmaz Dede'me birgün biriyle olan kavgamı anlatmıştım. Karşımdaki kişi hiç haketmediğim kelimeler kullanmıştı. Daha çok küçüktüm ve üzücü bir olaydı benim için. Yılmaz Dede de yine Mevlana'nın bir sözüyle cevap vermişti bana. (Belki eksik olabilir, google'da tekrar araştırmadım. Aklımda kaldığı kadarıyla aktarıyorum.)
''Bak güzel kızım, bu tartışmada önemli olan karşındakinin sana ne dediği değil. Seni sevmeyen senin hakkında kötü konuşur, sevense iyi. Ama önemli olan o tartışmada senin kendini ne kadar suçlu bulduğundur. Kendin için başkalarının söylediklerini değil, kendinin ne dediğini önemse. Bu lafı aklından hiç çıkarma; Mevlana der ki; Kendini sevene sor. Kendini yerene sor. Kendini kendine sor, alacağın cevap en zor.''
O gün anlamıştım. ''İnsanın kendi hakkında kötü konuşması çok zordur. Ama şu da bir gerçektir ki, içimizdeki kötülükleri bizden daha iyi kimse bilemez.''

***

Aslında bu yazıyı yazmamın sebebi 5 yaşında dinlediğim bir masalın bana kattığı değerle, oyuncuları farklı ama aynı hikayaden 25 yaşında aldığım ders arasındaki fark. Bu hayvan masalları bana çok şey katıyor canım :) Her sene ayrı bir güzellik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder