bir gün sinirli sinirli eve gelip, tayfur'a anlatmaya başlamıştım.
inanın ne olduğunu hiç hatırlamıyorum ama olay şöyle, deli gibi sabah akşam çalışıyorum. kimsenin bir teşekkür ettiği yok. sonra ufacık bir eksikte, "ee bu hala yetişmemiş." ehhh, tabi ki! ben de insanın. anca, yapacağız işte. bir de çok çalışınca iyice tahammül sınırınız kalmıyor çünkü elinizden gelenden muhtemelen fazlasını yapıyorsunuz, karşılığında da istediğiniz çok bir şey değil, tek kelime 'teşekkürler'. tamam o da olmasın, bari sus değil mi?
yine öyle bir olaydı 10 istekten, 8'i bitmiş, 2'si olmaya çalışıyorken sinirle işten çıkıp, eve gelmiş, bir hışım tayfur'a anlatmıştım. "hakılı" demişti, karşımdaki kişi için. yangına körükle gidiyor sanki. öfkeyle, "nedenmiş o?" dedim. "senin işin bu. işini yaptın diye kimse sana teşekkür etmek zorunda değil!"kimisi, çoğu böyle düşünüyor işte. ama bence hiçte canım!! nasıl bir restauranta gittiğimde garsonun işi de siparişi, alıp getirmekse ve ben sipariş verirken 'rica' ediyor, siparişim gelince 'teşekkür' ediyorsam işimi yaparken de bunları görmek istiyorum.
geçen pazar da bir arkadaşım "senin emir kipleriyle derdin var." dedi. haklı. öyle resmen aramız bir türlü ısınamadı. değil iş yerinde biri benden bir şey isterken rica etmesin, evdekiler bile "melis, meyve getirir misin?" demeliler. çok kez bunun tartışmasını yapmışımdır. 'getir-yap-et'in samimiyetle ilgisi yok. haa, eğer var derseniz, kimse benimle samimi olmasın. 2 kelime fazla telaffuz etseniz o narin dudaklarınızdan yorulur musunuz?
set en yoğun gündür. reji asistanlığı yapıyorsanız özellikle. sette herkes birbirinden bir şey ister. özellikle rejiler setten ayrılamadıkları için herşeyleri ayaklarına. neyse, olay şu; sette bile olsam bir istek hatırlamam ki, lütfenle bitmesin ve o ihtiyaç yerine getirildiğinde bilmem ki teşekkür etmemiş olayım. yani en yoğun anımda bile kibar olabiliyorsam, dünyadan bir ricam var; herkeste aynı saygıyı bana göstersin.
haaah bir de şu 'sen'-'siz' konusu var. sevmiyorum tanımadığım bir adamın gelip benimle senli konuşmasını. sen kim oluyorsun? ne haddine! değil mi? genlerimden kaynalı ki; biraz küçük gösteririm ayıptır söylemesi. bu tamam bir lütuf olabilir ama kimse bunu kötüye kullanmasın! taşındık yeni. ehh kuaförümü değiştirmesem de tamamıyla, föne cihangir'e gitmiyorum artık. karşımızdakini deneyeyim dedim, "hoşgeldin." ama yüzüme bakan yok. ya sabır. "fön çektireceğim, beni alabilecek biri var mı boşta?" "sen otur, gelirler şimdi." 'sen?' derken? ne bu yakınlık arkadaşım? kırk yıllık kuaförüm sanki. başka bir anıma hemen geçebilirim :) vukuatıma da diyebiliriz. :) yedi uyuyanlar'da sipariş verdik, 3 kızız. siparişler yanlış geldi ki, oluru var böyle durumların. benim sinirim yine 'sen' hikayesinden, bir de adam az biraz öküz gerçekten. derya'nın şekeri olduğu için papates yasak ona. o yüzden gözlemesinin siparişini verirken "ben sadece kaşarlı istiyorum, patates olmasın. özellikle rica ediyorum" dedi. sanki yanlış geleceği içine doğmuş gibi. ama 7uyuyanlar hep öyledir. efes'e gelen de, meryem ana'ya gelen de orada bir gözleme yediği için hep kalabalık ve garsonların kafalar hep ambole. gözleme gelmez mi patatesli. neyse be hala sakinim. "pardon" dedim. "biz kaşarlı söylemiştik. bu patates-kaşarlı." geldi, gözlerimin içine baka baka "hayır, o kaşarlı" dedi. açtım, içini gösterdim, "bakın patates de var" "ne yani yemicek misin?" diye sorunca nevrim döndü. " 'yemeyecek misiniz?' demek istenİZ herhalde" dedim. "haaa" dedi. "sen yemiceksen, götürücem çünkü" "hanımefendi!!" cümlesine ben bunu ekledim ama anlayacak biri var mı ki karşımda. yok. ama daha da kötüsü söyleyeceklerimi anlayabilecek kapasitede olup, anlamayanlar var karşımda, hem de bir sürü onu ne yapacağız?
ben kendi kendime sinir olmaya devam edeyim en iyisi. :) yok mu bana katılacak?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder